Ben ve Oyunlar...

25 Mayıs 2006 Perşembe

Ne zamandır bilgisayar oyunları ile aram pek iyi değil. Arada açıp oynadıklarım da hep daha eski bir takım oyunlar. Tekrar kuruyorum ve biraz bakınıp bırakıyorum. Halbûki hiçbir zaman bilgisayar oyunu delisi olmamama rağmen eskiden oyunlara zaman yetiştirmek mümkün değildi. Geçen sene Half Life 2, Doom 3, Quake 4 gibi oyunlar peşi sıra çıktılar. Hepsi bir şekilde hatıramız olan kült oyunların devamıydı. Ve evet, bunların hepsini oynadım ve bitirdim, ama gerçek bir zevkle oynadığım söylenemez. Onlara gösterdiğim ilgi sırf uzak kalmamak içindi âdeta. Geriye dönüp bakıldığı zaman uzak geçmişte sadece Quake I'i hatırlayamayacağım kadar çok baştan başlayarak oynamışlığım vardır. Hattâ birkaç haritasını gözüm kapalı iken bile geçebilecek kadar ezberlemiştim. Şimdi dahi yüklesem benzer bir zevk alabilirim sanırım, fakat son Quake ya da Doom'u bir daha tecrübe etmem pek olası değil.

Ben mi değişiyorum, yoksa oyunlar mı? Doğrusu ikimiz de değişiyoruz ve sanıyorum birbirimize yabancılaşıyoruz da. Bilgisayar oyunları ile ilgili organizasyonları pek takip etmiyorum artık. Dahası 8 yıldan beri sürekli aldığım ve bu arada beş yıl hiçbir sayısını kaçırmadığım Level dergisine bile uzun bir süredir ilgisizim. Uzun zamandır dergide yer alan fakat asla oynamadığım oyunların incelemeleri beni pek cezbetmiyordu açıkçası. Önceden tekrar tekrar okuduğum göz önüne alınırsa bu değişim epey ilginç hâle gelecektir elbette.

Geçen aylarda Call of Cthulhu çıktı. Yapılmaya başlandığını duyduğumdan beri görmeyi beklediğim bir oyundu bu. Fantastik edebiyatın her türüyle ilgilenen biri olarak H. P. Lovecraft'ın bende özel bir yeri var ve onun öyküleri üzerine kurulu bir yapımı merak etmemem de hâliyle kolay değil. Sonuç olarak çıktığında bir koşu gittim aldım, ama oynamaya başlayınca bütün hevesim kayboldu. Oyunda gözle görülür bir problem yoktu, doğrusu sistemi de zorlamıyordu ama açıklaması güç bir biçimde oynanamaz buldum ve bir daha ne zaman denerim bilmiyorum.

Belki de özellikle FPS türü aksiyonlar beni artık çok da ilgilendirmiyordur. Çünkü 2006'da CoC'u ile birlikte edindiğim iki oyundan biri olan Heroes V'i birkaç gün önce aldım ve günde bir, bazen iki saat kadar oynamaya çalışıyorum. Sistemimi zorlamasa daha da çok seveceğim onu, ama sistem harita büyünce bir ölüp bir dirilecek hâle geliyor. Yeni 3D oyunların çok büyük bir kısmının iflah olmaz problemi bu. Hepsi delicesine bir sistem arıyor, eğer bulamazlarsa da oynarken stabil kalamıyorlar. Evet, bundan da bezmiş bulunmaktayım. Oyun firmaları herkesin üst düzey donanımları olduğunu düşünmeyi bir yana bıraksalar çok iyi olacak. Ben her yıl niye sistemimi yenilemek zorunda olayım? Niye bir strateji oyunu, birkaç kez dikkat etmek hâricinde kanıksayacağım ve artık görmemeye başlayacağım efektler ya da kaplamalar yüzünden bir sistemi bu kadar tüketmek zorunda olsun? Bir oyunun keyif vermesi için, afili grafikleri olması gerekmiyor, dün de gerekmiyordu, bugün de gerekmiyor. İki yıl kadar önce, ya 99 ya da 98'de çıkmış olmalı, Hexplore adlı RPG'yi bulup tekrar oynadım. Onun erken dönem 3D grafikleri oynadığım gün için rezil sayılırdı, ama oyun, yeni pek çok oyundan çok daha keyifliydi. Sonuç olarak bilgisayar parçası tüketimine dönük çılgınlık da beni rahatsız ediyor diyebilirim.

Velhâsıl-ı kelâm yaşlanıyorum da(hep yaşlanıyordum şüphesiz ama bir şeyden bahsedilmek için onun iyice farkına varabilmek lâzım ve ben yaşlanmanın ne demek olduğunu bir süredir daha fazla hissediyorum) ve çoğu bu yüzden olmak üzere bilgisayar oyunları beni yeterince cezbetmiyor. Eski günlerin o naif heyecanını kaybetmiş bulunmaktayım vesselam.

Asaf Halet Çelebi'den Şiirler

17 Mayıs 2006 Çarşamba

Şehir

allahtan pencereler açmışlar içi sıkılan evlere
pencereler olmasaydı
nasıl gezerlerdi
karanlıklarda
ayağa kalkmış büyük böcekler
nasıl tırmanırlardı
merdivenlerden

tahta evler eski kutulardır
apartmanlar yaldızlı nisan şekeri kutularıdır
içinde siyah ve sarı başlı böcekler oturur
başka küçük bir kutudan
uzaktaki başka böceklerin
cızırtılı seslerini duymaya meraklıdırlar

sevgilim bir böcektir
taşdan duvarlar içinde
karafatmalarla yaşar
beş senedir getirdiğim şekerleri yiyip
elimi ısırmıştır

karafatmalar onu benden ayırdılar
o şimdi bana küsülüdür
kutu duvarları içinde


Adımı Unuttum

adımı unuttum
adı olmıyan yerlerde
ne in
ne cin
ne benî âdem

zamanlar içinde
kuşlar uçuyor
kervanlar geçiyor
bir iğne deliğinden

çarşılar kuruluyor
sarayları oyuncak
insanları karınca şehirler
zamanları gördün mü
bir iğne deliğinden

adımı unuttum
adı olmayan yerlerde
geçip gidenlere bakarak


Hırsız

pencereden giren mehtap
bu evde hırsız var
mehtapta
pencerede oturmuş
beni görüyorum

kapıyı çalsam
içerden ben çıkacağım
içerden çıkacak beni
ne kadar görmek istiyorum

penceredeki beni uyandırmalıyım
içerde hırsız var
içerdeki hırsızın
ben olacağımdan korkuyurum


Çingenelerim

deniz kenarına inen çingenelerim
sulara içmeden bakarlar
o sular tuzludur
balıklar içer

yeşil otların içine gömülen çingenelerim
otları yemezler
o otlar tatsızdır
katırlar yer

çiçekli şalvar seven çingenelerim
çiçeği sevmezler
kalem parmaklı çingenelerim
kalem tutmazlar
falıma bakarlar da
yüzüme bakmazlar
elime bakarlar da
ayağıma bakmazlar
paramı isterler de
beni istemezler

yüzlerini güneşle yıkayan çingene kızlarım
kibarım diye bana gönül vermezler


Cüneyd

bakanlar bana
gövdemi görürler
ben başka yerdeyim

gömenler beni
gövdemi gömerler
ben başka yerdeyim

aç cübbeni cüneyd
ne görüyorsun
görünmeyeni

cüneyd nerede
cüneyd ne oldu
sana bana olan
ona da oldu

kendi cübbesi altında
cüneyd yok oldu


Nûrusiyâh

bir vardım
bir yoktum
ben doğdum
selim-i salisin köşkünde

sebepsiz hüzün hocamdı
loş odalar mektebinde
harem ağaları lalaydı
kara sevdâma
uyudum
büyüdüm
ve nûrusiyâha ağladım

nûrusiyâha ağladığım zaman
annem süzudilâra idi
ve babam bir tambur
annem süstü
babam küstü
ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım
nûrusiyâaah
nûrusiyâaahhh


He

vurma kazmayı
ferhâaad

he'nin iki gözü iki çeşme
âaahhh

dağın içinde ne var ki
güm güm öter
ya senin içinde ne var
ferhâaad

ejderha bakışlı he'nin
iki gözü iki çeşme
ve ayaklar altında yamyassı

kasrında şirin de böyle ağlıyor
ferhâaad


Yamyam

zaman zamanına dönsün
hasta çocukları yiyen
kromanyon adam
kovuklarındaki yılanları ye
taşların altındaki böcekleri ye
yalnız
sakın beni yemekten
mağaranın hasta çocuğu zehirlidir

zaman bu zamandır
ihtiyarları ağaçlara çıkaran
silken
düşüren
ve yiyen ostralya adamı
kokmuş leşleri ye
aşina kafaların bitlerini ye
yalnız
sakın beni yemekten
acıların ihtiyar adamı zehirlidir

zaman zamana uymuyor
doğurduğunu yiyen
yamyam kadını
çocuğun aşkımdı
pişirmeden yemişe benziyorsun


Mâra

bilmemek bilmekten iyidir
düşünmeden yaşayalım
mâra
günü ve saatleri ne yapacaksın
senelerin bile ehemmiyeti yoktur
seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
ki benim gibi bir insansın
tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
mâra

başım omzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür
ikimiz de ne uykudayız
ne uyanık

Mervyn Peake - The Gormenghast Trilogy

10 Mayıs 2006 Çarşamba



Gormenghast gibi özel ve biraz da unutulmuş modern bir klasik hakkında yazmaya başlamadan evvel, öncelikle bu eserin yazarı olan Mervyn Peake'in kim olduğuna bakmamız gerekiyor, zîrâ bu diyarlarda pek bilindik bir isim değil kendisi.

Peake, 1911'de Çin'de doğmuş. Babası uzak-doğuda görev yapan misyoner bir doktor. Kendisi İkinci Dünya Savaşı'na fiilen katılmış ve orada çizdiği illüstrasyonlarla adını duyurmuş. Bugün o, eşine az rastlanır derece çok yönlü ve başarılı bir sanatçı olarak hâtırlanıyor. Ressam ve şâir olması yanında oyun ve roman yazarlığı da yapmış ve bu üç yeteneğinde de kalbur üstü işler çıkarmayı başarmış nâdir isimlerden biridir. 1968 yılında ne yazık ki, nispeten genç bir yaşta Parkinson hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmiştir.

Gormenghast serisinin giriş kitabı olan Titus Groan ilk kez 1946 yılında yayımlandı. Daha sonra 1950 yılında Gormenghast, bundan 9 yıl sonra da yazarın geçirdiği Parkinson hastalığı sebebiyle büyük zorluklarla Titus Alone adlı son cildi raflara sürülmüştür.

Gormenghast Titus Groan'ın önsözünde Anthony Burges'in deyişiyle "...durmuş, hareket etmeyi reddetmiş, kendi kendini besleyip motive etmiş ve kendi içine kapanmış" bir dünyadır. İçinde yaşayanlar için dünyanın kendisi olan devasa bir şatodur. Dışarıdan ayrık ve soyutlanmış kafkaesk bir gerçeklik! Üçüncü kitaba geldiğimizde daha net anlayacağımız gibi, Gormenghast kendi alternatif gerçekliği içinde bile başka bir zamandan kalmış bir alandır. Heyula gibi dikilir orada. Dışarıda Gormenghast'tan bahsedildiğinde insanlar kavrayamazlar ve bir ara Titus'a şöyle der bir karakter:

Gerçek gibi gelmiyor. Böyle ünvanlar başka bir çağda kullanılırdı. Geceleri rüya görüyor musun? Hafıza kaybına uğruyor musun? Şair misin? Yoksa bütün bunlar ustaca hazırlanmış bir şaka mı?

Anlaşılacağı üzere Gormenghast zamanın akmayı bıraktığı yerdir âdeta. Üçlemeyi okumak tavan arasında kalmış küflü sandıkları karıştırmak gibi bir şeydir bu yüzden. Bu tuhaf dünyada tek bir otorite vardır: Kadim kanunlar ve onların ördüğü tartışılmaz ritüeller. Gormenghast'ın her zerresi bu ritüellerle soluk alıp verir. Kitapta da denildiği gibi, yazgıdır onlar, Gormenghast'ın yaşlı ve soğuk taşları için, öyle ki, onları gevşetmenin düşüncesi bile kâfirce bir isyan olarak görülecektir. Öğretmenler her gece bir şiir okurlar, son bölümü şöyle der:

Ta ki ilkin
Sonuncusu
Gidene
Ve geçmişin
En önemsizi
Toza dönüşüne
Ve toz
Kaybolana dek.
Kanuna uy!

İşte böylesi mutlak ve acımasızdır kanun!

Peake tüm bu kasvetli yapının içine garip de bir mizah katmış. Güldürecek mi ağlatacak mı belli olmayan cinsten. Söz gelimi karakterlerin isimleri bütün o ciddiyetin bir parçası olmaktan çok uzak. Tam bir tezat bu hâl, hayatın kendisi gibi bir tezat. Bütün bu gülünç isimli karakterler tekdüze bir hayata gömülmüşlerdir. En üsttekinden en alttakine kadar herkes neyi simgelediği bile çoktan unutulmuş ritüellerle sıkıca sarmalanmış durumdadırlar ve bundan hiç kaçışları yoktur. Dolayısıyla Gormenghast'ı, şatonun bizzat kendisini tüm bu durağan akış içinde bir karakter olarak okumak zor olmayacaktır.

Ve bir gün Steerpike denen bir yaratık mutfakların rezilliğinden 'yaz sümüklüböceği' gibi sürünerek çıkar güneş ışığına ve sinsice tuzaklar kurar kendi şeytanca emelleri için. İşte o zaman dayanamayıp kükrer Gormenghast'ın öfkesi...

Bu yapıtın edebiyat coğrafyasının hangi bölgesine düştüğü çok karmaşık bir mesele. Üçlemenin gotik romandan beklenmeyen türden bir içerik ihtiva ettiği iddiası var. Bu yabana atılacak bir iddia değil. Öte yandan Mervyn Peake'in Alman toplama kamplarından Bensen'i ziyareti ile bu kitap arasında, özellikle Titus Alone arasında bir ilişki olduğu iddiaları mevcut (Richard Davenport-Hines - Gothic). İddia edilen bu yansımalar da gotik romanın işlevine uygun türdendir. Ben bu yapıtın gotik-fantezi olarak tanımlanmasının en uygun tanımlama olacağını düşünüyorum. Şunu da eklemek lazım; üçüncü kitapla birlikte anlatı Gormenghast'ın dışına çıkıyor ve usulca bilim-kurguya doğru yön değiştiriyor. Titus Alone zaten buhranlı bir kaçış öyküsüdür. Gormenghast'ın ötesinde başka, daha güzel bir dünya arayışıdır, ama heyhât, tepelerin ardındaki dünya daha iyi, daha az çürümüş bir dünya değildir. Yine son iki kitap Jungvari arketipsel okumalara uygun bir kahramanlık öyküsüdür. Titus burada merkezî bir yer tutuyor, dramatik yapının tam merkezinde bulunuyor. O aslında içinde bulundukları dünya ile uyumsuz ruhların hepsinin temsilcisi, Gormenghast'ın ruhu için bir isyankâr. Şöyle tanımlıyor onu kitap:

Parlak kanın armağanı. İlkeler "Ağla," diye mırıldandığında gülen kanın. Yakıcı kanunlar "Sevin" diye mırıldandığında kederlenen kanın. En büyük gölgelerin içindeki küçük devrim!

Ama gel gör ki, eninde sonunda nefret ettiği Gormenghast için savaşan da yine odur.

Mervyn Peake'in ressam ve şâir oluşu kitapların üslûbunda belirgin olarak görülebiliyor. Onun betimleme gücü karşısında hayrete düşmemek mümkün değil sanırım. Bol ve zarif betimlemelerle örülü, ağdalı ve lirik bir dille coşmuş, şaşaalı bir eserdir Gormenghast. Bu kitapları sadece anlatı açısından değil, edebî zarafetleri bağlamında da kendilerine özgü, eşsiz bir yere koymak gerekiyor. Büyülü bir kalemin elinden çıkmış bir efsun gibidirler.

Mervyn Peake Edgar Allan Poe'dan ince bir şâirdir ve bu nedenle üç roman boyunca fantazi dünyasını parıltılı bir şekilde sürdürmeye muktedirdir. Çok, çok büyük bir çalışma... çağımızın bir klasiği."

Böyle diyor Robertson Davies.

Dost Körpe kitaplara yazdığı önsözde Mervyn Peake'in fantastik edebiyatın tahtına oturmada Tolkien dışındaki tek aday olduğunu iddia ediyor. Bu tespite tamamıyla katıldığımı söyleyebilirim. Gerçi Mervyn Peake yazınsal olarak Tolkien'la ortak bir yanı olmadığını ifade etmiştir geçmişte. Evet, Mervyn Peake'in Gormenghast'ı daha çok Kafka, Poe ve Dickens çizgisinde gözüküyor ve bütüne bakıldığında olabildiğince kendine özgü bir yapıt. Yine de Peake ve Tolkien'ın yazdığı eserler anlatı olarak ne kadar farklı olurlarsa olsun, aynı çerçeve içinde ele alınabilirler. Mervyn Peake bir kılıç ve büyü öyküsü anlatmaz şüphesiz; olağanüstünün imkânlarına kısmen başvurarak bireylerin içinde bulundukları dünya ile olan uyumsuzluklarına, tezatlarına ve çatışmalarına eğilir. Lâkin ne olursa olsun sonunda geldiği yer daha dar bir çerçevede ve kendi tarzında olsa da bir kahramanlık öyküsüdür.

Ayrıca Gormenghast yazılış tarihi itibari ile Yüzüklerin Efendisi'nin selefi olmasına rağmen onun gibi kitleleri peşinde sürükleyen bir yapıt olamamıştır hiçbir zaman. Çok geniş okuyucu fanları yoktur ve kısıtlı bir çevrede ilgi görmüştür her dâim. Bunda nispeten ağır ve zor bir anlatı olmasının payı vardır şüphesiz, ama şöyle bir baktığımızda basmakalıp fantezi romanlarına, iki-üç göstermelik değişiklikle piyasaya sürülmüş birbirinin aynısı kılıç ve büyü öykülerine ilgi muazzamken, Türkiye'de Gormenghast gibi modern bir klasik topu topu 2000 âdet bile satamamış gözüküyor. Buna ne tür haklı sebepler bulunursa bulunsun, hoş bir durum olmadığı kesin.

Son yıllarda BBC üçlemenin dizisini yaptı. O dizinin bir bölümünü seyrettim fakat açıkçası hiç beğenmedim. Her şey gereğinden fazla renkli ve karikatürize hâle getirilmiş, hâlbûki Gormenghast ince ve tuhaf mizahına rağmen çok karanlık ve kasvetli bir eser.

Netice itibariyle tek söyleyebileceğim, bu başka hiçbir şeye benzemeyen düşsel yapıtın okunmasının elzem olduğudur. Kişi kendisini böyle bir keyiften asla mahrum bırakmamalı. 

Açıl susam açıl!

5 Mayıs 2006 Cuma

Evet, bu mesajla birlikte arşa değer belki başım. Çünkü artık ben de bloglandım!

Gerçi kaç zamandır bazı kişisel isteklerimi barındıran bir site açacağım düşüncesiyle kendimi avutuyordum ama gel gör ki, tembellik sarmış her bir yanı, ertelendikçe erteleniyor lânet. Kim kalkıp uğraşsın onu tasarlamakla ve güncellemekle değil mi?

Derken, son zamanlarda Level forumlarında bakın ne güzel blogum var diyerek hava atanlar karşısında boynu bükük kalmamak için ben de şu meretten bir tane edineyim dedim. Ve işte ben, lânetlenmiş ruh karşınızdayım. Yalnız hayat boyu bir satır günlük yazmamış ve başkalarının günlüklerini aşırıp okumuş bir kimse olarak burayı ne amaçlı kullanacağımı henüz bilmiyorum. Hayır, ben içimi dökmeye niyetlensem, çoğu zaman yazıdan çok, doğrudan simsiyah bir sayfa koymak daha uygun bir döküm olur gibime geliyor, ama yine de bakacağız bir şeyler.

Neyse sabırsızlandığınızı işitiyorum. O halde uzatmayalım da 'vatana millete hayırlı olsun' dileklerimizle keselim şu kurdelayı.

...

Ve kestik!