Harfsiz konuşup susanların öyküsü.

12 Kasım 2007 Pazartesi

O ses, dünyada duyulan her güzel sesin, her nağmenin aslıdır. Başka seslerin hepsi de o sesin yankısıdır.

- Mevlânâ -




Son romanı Suskunlar ile bir yandan mûsikînin hoş nağmelerini terennüm ederken, diğer yandan tasavvufun gizil yelkenlerine tutunan İhsan Oktay Anar, bir kez daha arz-ı endâm ediyor edebiyat dünyamıza.

Ördüğü zarif düşlerle hem bol kahkahalara vesile olup, hem de yazdıkları üzerine düşündürmeyi başaran bir romancı olarak Anar, Türkçe edebiyatın nev'i şahsına münhasır isimlerinden biri olduğu fikrini yazdığı her kitapta biraz daha kavi kılmakta. Suskunlar ise onun tahayyül ve tefekkür ölçeği en derin romanı olmalı.

Bu noktada kendimi dizginlemeliyim. Zîrâ kitabın içeriğinden haddinden fazla bahsederek okuyacak olanların zevkini baltalamak istemiyorum. Fakat elimizde takdîre şâyân bir roman olduğu da muhakkak. Bir yandan Anar'dan alışık olduğumuz üzere, okuyucusunu zarif tasvirlerle İstanbul'un daha çok Konstantiniyye diye bilindiği zamanlarda, onun debdebeli veyahut metruk muhitlerinde gezdirirken, diğer yandan her biri ayrı bir âlem olan mûsikî üstâdı karakterlerinin etrafında mistik ve esrârengiz bir hikâye anlatıyor.

Suskunlar ilk bakışta sanki bir hayâlet öyküsü okuyacağınız hissini uyandırsa da, işin iç yüzünün böyle olmadığı çok geçmeden anlaşılıyor(hayâlet var elbet, hattâ tam teşekküllü bir avcısı bile var). Eser pek çok yan öyküyle bağlantılı olarak Zâhir ve Bâtın kavramları(karakterleri) etrafında dönen ve ölümsüzlüğe ve Suskunlar'a dâir bir anlatı.

Anar ezoterik ya da bâtınî denilebilecek bir öğretiyi, o dar ve örtük derinliğinden çıkartıp, ona bir kurmaca içerisinde(elbette bu bir anlamda yüzeyselleştirmedir) yeni bir nefes üflemeyi amaçlamış. Bu bağlamda da özellikle sûfî gelenekle Hıristiyan tarihine ait bir takım olayları(Hz.İsa'nın hayatından çeşitli bölümler, Müneccim Krallar efsanesi gibi) edebî bir oyun içinde birbirine bağlayarak şaşılası bir kurgu oluşturmuş. Hattâ bir bölümde Kitâb-ı Mukaddes'in açılış bâbı olan Yaratılış Kitabı'nın yeni bir yazımı bile var ve bu ilginç yorum bana Silmarillion'daki Ainur'un Müziği'ni hatırlatmadı değil(Tolkien'in de o bölümdeki esin kaynağı Kitâb-ı Mukaddes'tir). Yine gözlerden kaçmaması gerekenlerden biri eserin yedi sayısına verdiği özel ehemmiyettir.

Üstte bahsettiğimiz türden bir kurgu ve iç içe geçmişlik postmodernizm tartışmalarına uzanan bir parlaklık yaymakta. Zaten Anar da, Türk edebiyatının postmodern yazarları arasında gösterilir sürekli, ki buna hak vermemek mümkün değil.

Dil ve kurgu açısından Suskunlar'ın yazarın daha önceki işlerini aşmış olduğunu düşünüyorum. Öyle ki, artık Osmanlıca kullanımı konusunda biraz da gösterişe kaçmakta bir beis görmemiş. Kitaptan istisnâî olmakla beraber oldukça çetrefil ve âhenkli bir alıntıya yer vermenin zamanıdır:

"Bu sazdan üflenen nağmeler, sırrın ufûlevi vüsafâsı olan ehl-i vukuf füsûnkârların bezediği o vâsî füseyfisâda raks ve vüsûb eden vüsemâ gibi birer üfkûhe idiler. Ama füsûs ki, üflendikçe gönüllerdeki menhûs ufûnetin üfûl olduğu, bu füyûz dolu, tabiî bir vüs ve vüs'at taşıyan nefesler, hangi Yusuf-ı kalbîden nasıl hâsıl olur diye sanki, fusûl-ı erbaa teessüf ediyordu. Üflenenler adeta, Şems'in üfûl ettiği ufka gönderilen canlardan ibaret bir demet vüfûd idiler."

Görüldüğü üzere yazarımız daha önceki metinlerine kıyasla açıkça şakımaya başlamış denebilir. Yine o önceden bildik mizâhî dilde olduğu gibi korunmuş, ki bu bir Anar kitabının en başat özelliklerinden biridir. Eğer o nükteli dil olmasa idi Anar'ın kitapları da bu denli çok sevilemezdi sanırım.

Geçmişte Puslu Kıtalar Atlası karşısında hayrete düşmüş olmama rağmen, o ilk eser özellikle Amat ve Suskunlar'a kıyasla epey parçalı bir öykü akışına sahiptir. Suskunlar önceki dolamalı kurguyu korumasına rağmen, daha bütünlüklü, daha âhenkli bir yapıya sahip ve bir roman olarak daha temiz bir iş. Kitapta bazı ufak tefek kusurlar varsa da bunların sözünü etmeye değmez. Zaten Anar'ın karakterlerinden birinin "Kusur benim imzamdır" dediğini hatırlamak susmamıza vesile olmalı.

"Bir İhsan Oktay Anar kitabının en sorunlu yanı nedir?" diye sorulacak olsa, sanırım en çok kısa olmalarından yakınılırdı. Şimdiye kadar yayımlanmış beş kitabı arasında en uzunu Suskunlar olmasına rağmen, sadece 260 sayfa civarında ve çabucak okunup biten ve keşke bitmeseydi dedirten bir kitap bu. Fakat öte yandan onun kitapları dolu dolu yazılmışlar ve okurken alınan hazzı başka bir şeyle kıyaslanmak da kolay kolay mümkün olmasa gerektir. Anar'ın bu toplumun târihini kuşatan ve geçip gitmiş zamanlara dâir, şimdiki zamanda fantastik dokunuşlarla bezenmiş düşlerinden oluşan romanları, yabancılık ve onun doğurabileceği uzaklık hissinden beriler ve özgün ama âşina bir sıcaklık yayıyorlar. Sözün kısası, İhsan Oktay Anar okumak keyifli bir iştir vesselâm.