Ve dahi şiir...

1 Aralık 2009 Salı

'BATIDA KAN VAR'

       Sabret gönlüm fırtınaya vakit var
Biz her çağda kızılderili
Biz her yerde hep yerdeyiz
Toprağa mahkûm edildi gözlerimiz
Kaybolunur dahi ekin göğermez hırıltılı sesimiz.

Bir fırtına bekledik başlangıcımız olsun
Derdimiz mevsimlerle oluk oluk akan kan
       İlk bahar gelsin ısınsın ellerimizde
       Sonbaharda sıcaklığını yansıtarak rüzgâr
       Ergen dalgalanmalarımızda vursun yüzümüze hayat
       Heyhat! Kış geldi kirpi kesildi saçlarımız karanlığa
       Hani dedik ya bir yaz günü güneş
       Söz verdik!

-Kimsiniz

       biz bir kaplan gibi masum
       tırnaklarını kemirmiş kabullenmiş
       kızılderili

-Vahşi

       ölüm ateş ve kül haliyle acımasız
       cihangir ve kocaman
       öğrendik vahşiliğimizi kitaplardan

Hüseyin Atlansoy

***

BARİKAT

bir gül, bir gülümse, bir
küle dönüş dönüşebilirsen
dilersen aykırı bir şaka gibi kal
yahut omzuna eflâtun bir şal
al, nasıl olsa yıkılacak,
bırak yıkılsın ayaklarına
şehir.-

yanına çırak durduğumuz
bir nehir de besler bizi, sen
sabrı iri dilimler halinde
kesen bir bıçak gibi dur
durduğun yerde, içine bak
ve yeniden kur bütün
çalar saatleri yahut kır
kalmasın ayrılığın adı bile
kalmasın nafile yere bir
fikir.-

bir derviştin sen eskiden
şimdi seni eskiten yıllar mı
yoksa kenti kül kestiren
çınarlar mı, yeni doğan
bir çocuk gibisin hâlâ
yahut çocuğunu boğan
bir ırmak gibisin, mesela
kızılırmak, avuçlarında
karanlık sözler, gözler dersen
akşamdan akşama esen
kopkoyu bir
zikir.-

bir gül, bir gülümse, bir
güle dönüş dönüşebilirsen
cami, kilise, havra, dün
palavraydı, bugün de palavra
bir çeki-düzen ver artık
şamdan ve şadırvanlara
yahut aynaya düşen gölgeyle
yetin, çetin olacağı söylenmişti
böyle bir aidiyetin, karanlık
sularında cemiyetin
sevincin hem baldır şimdi
hem zehir.-

çevir yüzümü yüzüne ve devir
gökyüzünü yeryüzüne, bir deprem mi
olacak, varsın olsun, bulunacaksa
bir kıble artık bulunsun, yahut verem mi
akciğere pusu kuran, bırak kurulsun ve
tırmansın yokuşu, böyle bir varoluşu
hangi destan anlatır artık, hangi
şiir.-

gün gelir
bilinir.-

Sefa Kaplan

***

GECEDE GÖRÜŞME

ve şaşkınlık içindeki yüz
pencerenin ötesinden bana
"hak görenledir
ben kaybolmuşluk duygusu kadar korkuncum
ama Tanrım
nasıl korkulabilir benden
ben, ben ki hiçbir zaman
gökyüzünün sisli çatılarında
başıboş ve hafif bir uçurtmadan başka
bir şey değildim
aşkımı ve hevesimi ve nefretimi ve derdimi
mezarlığın geceden yalnızlığında
adına ölüm denen fare kemirmektedir" dedi

ve
akışkan suretini rüzgârın,
anbean silip değiştirdiği o şakınlık içindeki yüz
ince uzantılı sarkık çizgileriyle
ve gecenin tenha kımıldanışlarının çalıp kendi genişliğine serdiği
deniz dibi bitkileri gibi yumuşacık saçlarıyla
pencerenin öte yanından akıyordu
ve haykırdı:
"inanın
ben yaşamıyorum"
ben onun ötesinden karanlığın birikmesini
ve gümüşten çam kozalaklarını
görüyordum hâlâ, ah, fakat o...
kayıp gidiyordu tüm bunların üzerinden
ve zirveye tırmanıyordu sınır tanımayan yüreği
sanki yeşil hisleriydi ağaçların
ve gözleri sonsuza dek var olacaktı

"haklısınız
ben ölümümden sonra
aynaya bakmaya yeltenmedim hiçbir zaman
ve o kadar ölüyüm ki
ölümden başka hiçbir şey
kanıtlayamaz varlığımı
ah
acaba siz
gecenin himayesinde, bahçenin bitiminde aya doğru koşan
bir ağustos böceği sesi
duydunuz mu hiç?

sanırım bütün yıldızlar
yitik bir göğe göçüp gitmişler
ve şehir, şehir ne sessizdi
yol boyu
solgun heykellerden
ve süprüntü ve tütün kokan birkaç çöpçüden
ve uykulu, yorgun bir bekçiden başka
hiçbir şey çıkmadı karşıma

yazık
ben ölüyüm
ve gece hâlâ
o anlamsız gecenin devamıdır sanki"

sustu
ve ağlama isteği
gözlerinin sınırsız evrenini
sızlattı, kederlendirdi

"ey sizler, yüzlerini
hayatın hüzünlü örtüsünün gölgesinde saklayanlar
acaba ara sıra da olsa
keder uyandıran bu gerçeği
bugünün dirilerinin, bir dirinin posasından başka bir şey olmadıklarını
düşünüyor musunuz?

sanki bir çocuk
daha ilk gülümsemesiyle birlikte yaşlanmıştır
ve kalp -doğruluğunu yitirmiş bu kitabe-
kendi taştan itibarına
güvenmeyecektir artık

belki olmaya bağımlılık
ve durmaksızın sakinleştirici kullanma
insanî, saf, temiz istekleri
yokluğa sürüklemiştir.
belki ruhu
ıssız bir adanın yalnızlığına
sürdüler
belki de ben ağustosböceği sesini düşümde gördüm

öyleyse tahta süngülerine yaslanan bu piyadeler
o rüzgâr bacaklı atlılar mı?
ve bu zayıf, kamburlu afyonkeşler
o yüce düşünceli, pirü pak arifler mi?
öyleyse doğru, doğru
insanların artık zuhuru beklemediği
ve sevdalı kızların
gergef işledikleri iğneleriyle
tez kanan gözlerini oydukları

şimdi seher vakti uykularının derinliklerinde
karga seslerinin yankıları duyulmakta
aynalar ayılmakta
ve tek ve tenha suretler
kendilerini uyanışın ilk gerinmesine
ve uğursuz kâbusların yıkıcı hücumuna
bırakmakta

yazık
ben
kandan, kanlı destanlardan başka sözü olmayan
ve gururdan, kendini hiç bu kadar alçaltmamış olan gururdan ibaret
bütün hatıralarımla
şansımın son deminde beklemekteyim
ve kulak veriyorum: ses yok
uzun uzun bakıyorum: yaprak kımıldamıyor
ve bütün safiyetin benliği olan adım
mezarların tozunu bile
kımıldatmıyor artık"

sarsıldı
ve iki yanına yıkıldı
talepkâr elleri,
çatlaklardan
uzun ahlar gibi
uzandı bana doğru

"soğuk
ve rüzgâr çizgilerimi kesiyor
acaba bu diyarda
yok olmuş yüzleriyle tanışmaktan
korkmayan kimseler var mıdır hâlâ?
acaba zamanı gelmedi mi
bu küçük pencerenin ardına kadar açılmasının
ve gökyüzünün yağmasının
ve insanın kendi cenazesinde gözyaşı dökerek namaz kılmasının?"

belki inleyen bir kuştu
ya da rüzgâr, ağaçların arasından
ya da bendim, kendi yüreğinin çıkmazında
kederden, utançtan ve üzüntüden dalgalarla yükseliyordum
ve pencere ağzında görüyordum
o iki el
o iki acı serzeniş
öylece
yalancı şafağın aydınlığında
iki elime uzanan o iki el
eriyordu
ve soğuk ufukta bir ses
haykırdı:
"hoşçakal!"

Furûğ Ferruhzâd

0 yorum var: