Bir garip şâir: Comte de Lautréamont

24 Kasım 2012 Cumartesi

“Kitaplıkları dolduran kâğıt yığınlarının alınlıklarına iyilik yontusu dikmek yetmez. Ey insanoğlu! İşte sen, şimdi çift ağızlı elmas kılıcımın karşısında, bir solucan gibi çırılçıplaksın.”

 - Les Chants de Maldoror (Maldoror’un Şarkıları) -

*****

Hâl-i hâzırda takvim 24 Kasım 2012’yi işâret ediyor. Bundan tam 142 sene evvel, Isidore-Lucien Ducasse adında biri, Paris’te bir otel odasında kendi canına kıymayı tercih etti.

"Yaşamı bir yara gibi karşıladım ve intiharın yarayı iyileştirmesini yasakladım. İsterim ki, sonsuzluğunun her ânında bu açık çatlağı görsün Yaratıcı. Ona verdiğim cezadır bu."

Böyle yazmıştı, Comte de Lautréamont adı altında, fakat vazgeçtiği gün, derman aradığı gün gelip çattığında daha 24 yaşındaydı ve o güne dek bir insan tarafından kaleme alınmaya cesâret edilmiş en karanlık ve kötücül metinlerden birinin de henüz adı sanı duyulmamış yazarıydı.

Bu vesile ile, Les Chants de Maldoror (Maldoror’un Şarkıları) başlığı taşıyan ve ancak ölümünden sonra yayımlanabilen bu şâirâne ve eşsiz çalışmaya  dâir Jeffrey Burton Russell’ın kısa bir değerlendirmesini ve bilâhere Cahit Koytak’ın bir şiirini kayda geçirmek isterim:

Dekadan hareketin gerçek anlamda İblisçi diyebileceğimiz tek üyesi Lautréamont adıyla eser veren Isidore Ducasse’tı (1846-1870). Tüm bahanelerimizi bir yana bırakıp, en yoğun ve şaşırtıcı yönleri içinde kötülükle yüzleşmemiz gerektiğini savunuyordu. Sade’ın izinden yürüyen Lautréamont, yaratıcı acımasızlığın dehanın ve içtenliğin bir işareti olduğuna inanıyordu; Baudelaire’in ikiyüzlülüğe yönelik nefret dolu saldırısını kendi ruhunun en tiksinti verici köşelerini keşfetmek üzere bir araç olarak kullandı. Les Chants de Maldoror [Maldoror’un Şarkısı] adlı bu karanlık başyapıtın anlatıcısı Maldoror, Sade, İblis ve bizzat Ducasse’ın bir birleşimidir; bitimsiz sapkın kıyımları zihninde kurgular ya da bunları işler.

Lautréamont’un gerçekten bir çılgın olup olmadığı açık değildir; zihninde beliren her edimi uygulamadığı ya da ciddi olarak bunları uygulamayı savunmadığı kesin. Yine de kendini bir İblisçi gibi gösteren ve ruhunda yatan gizli günahlarıyla alay eden bu ironik dandy, kendi düşlemlerinden büyük bir heyecan duymakta ve ironik kötülükle gerçek kötülük arasındaki uzaklık azalmakta ve incelmektedir. Maldoror parkta bir bankın üzerinde oturan bir kız çocuğu görür ve o an, bir domuzun çocuğun cinsel organlarını kemirdiğini ve vücudunun içini oyduğunu hayal eder. Genç çocuklara işkence ettiğini ve onların kanını ve gözyaşlarını içtiğini düşler. Bir bebeği öperken yanaklarını bir usturayla doğradığını düşlemler. Vampirizm, nekrofili, kutsalı kirletmek, hayvancılık, ensest, sadomazoşizm, kulamparalık, sakatlama, cinayet ve yamyamlık saplantıları arasındadır.

Maldoror’da ozan, insan ruhunun tüm ikiyüzlülüklerden özgür, gerçekçi bir portresini yapmayı amaçlamaktadır. "Maldoror kötü doğmuştu. Gerçeği kabul etti ve kendisinin bir kan dökücü olduğunu söyledi." Ancak insanın özünde iyi olduğunu savunan yumuşak başlı Aydınlanmacı-romantik görüşe tepki gösteren Lautréamont, savunulması olanaksız diğer uçta yer aldı. İnsanların iyi olduklarına duyulan inancın, kötülüğün nereden geldiği sorusunu ortaya çıkarmasına karşın, Lautréamont’un karanlık evreni de, iyiliğin varlığını açıklanamaz kılar. Öyle ki o, Maldoror’u kötü bir şaka, gerçeküstücülüğe ve dadaizme ulaşan yolu gösteren bir "poz" olarak tasarlamıştır. Maldoror’un aşırılıklarının dehşet verici olmalarının yanı sıra gülünç denecek ölçüde acayip oldukları da bir gerçektir; yine de yazar, bilinçli denetimin ötesindeki karanlık güçlere uzanan yolu kendisine açmış görünmektedir. Maldoror övünç içinde "dehasını kan dökücülüğün tadını betimlemek için kullandığını" söyleyerek başlar ve onu kurtarmak üzere gönderilen bir meleği öldürmekle kurtuluşu reddettiğini simgeleyerek bitirir. -
(Jeffrey Burton Russell - Mephistopheles, s. 314-316)

Isidore Lucien Ducasse
(1846-1870)

toplam yirmi dört yıl,
yedi ay, yirmi gün,
on bir saat yaşamış.
ve bir otel odasında
intihar etmiş.

bu ölme becerisi, muhtemelen,
kalıtımsal bir özellikmiş.
çünkü zavallı annesi de,
o daha yirmi iki aylıkken,
başarıyla kıymış kendi canına.

öldüğü gün yalnızca iki görgü tanığı
çıkabilmiş koskoca Fransa’da,
Isidore Lucien Ducasse
adını taşıyan birini
sağlığında gördüğünü söyleyen.

‘Maldoror’un Şarkıları’,
yahut ‘Aurore du Mal’,
yahut ‘Onaylanmış Bilginin
İntiharı’, diye anılmayı hak eden
şiirimsi metinler karalamış.

bu notlara bakılacak olursa,
aklı bir süs köpeği gibi
tasmasından tutup, bütün bir ömür,
ruhun kenar mahallerinde
sokak sokak gezdirmiş.

sonra bir gün köpeğini kaybetmiş;
o gün akşama kadar aramadığı sokak,
bakmadığı delik kalmamış,
akşam yorgun argın otele döndüğünde,
“bir de kafamın içine baksam, yahu!

bir de kafamın içine baksam,
bir de kafamın içine, yahu!” demiş
ve tutmuş şakağında
şiiri gibi akıl dışı, trajik
bir delik açıvermiş.

- Cahit Koytak -

1 yorum var:

Outro dedi ki...

Şüphesiz buraları çok ihmal ettiniz canım efendim!