Serşâr-ı gamım fikr-i meâl eylediğimden...

14 Ekim 2010 Perşembe

Gökkuşağından Darağacı

Şimdi'nin bedeni yok,
Yontuyor geçmiş bilgisiyle
gelecek belki olur diye taşı,
                     taşını kokluyor
                     yontu dağılıyor...

Şimdi'si yitik
             bundan boyuyor
             boyuyor evine aldığı
             ağacın üzerine tüneyip
duvarını, tavanını, geçmişi
             ve geleceği ve her yanını;
             dal kırılıyor...

Şimdi'si yitik
             diziyor diziyor notalarını,
göğe ışık üzerine boncuklarını,
ucuza getiriyor varlığını
          sonsuzun sessizliğiyle
          sonlunun gürültüsü arasında,
O bitirince kıyısında gezindiği
                 yol çöküyor...

Şimdi'si yitik
             bundan yazıyor
             yazıyor enine boyuna
             içini ve dışını ve yeri
             ve göğü ve suyu,
bindiği kadırga
           o inince batıyor

- Nilgün Marmara -

***

694. 2

Sık sık inançsız olduğuma hükmediyorum,
en az Russell kadar inançsız...
ama yine de benimki onunki gibi yavan
ve aptalca değil.

Çünkü ben bunun için, sanırım, Eyyüb'e imanının
verdiği keder kadar ağır, karmaşık
ve bazen düşlerimde bana yüzümü, ellerimi
kurtlanmış yaralar içinde gösteren,
bazen de Cambridge'deki felsefe derslerimde beni,
bir filozoftan çok,
bir peygamber gibi konuşmaya zorlayan
sorular taşıdım her zaman yüreğimde.

Bu soruların yolu, döne dolaşa, her zaman
gelip şu seraba dayanıyordu:
Bir gün bu acılı inançsızlığın çölünden
bir tanrı filizlenip de çıkar mı?
bir tanrı, bütün dilleri konuşabilen,
bir tanrı, hiçbir sorunun cevabını
akıldan esirgemeyen.

- Cahit Koytak -

***

Harranlı Müneccim

sonunda yağmur yağacak,
hem öyle bir yağmur ki
yapılmayan işlerin,
ödenmeyen borçların,
tutulmayan sözlerin
mazereti olacak.
ve kefareti, uğruna bir tazenin
kalkıp yollara düşmeyi
ve kaderle güreşmeyi bu yaşta
göze alamamanın...

öyle bir yağmur ki, aylarca
belki yıllarca yağacak;
senatoyu su basacak,
sarayı, kiliseyi...
ve patriğin külahını
snodun çamurlu tortuları üstünde
yüzdürecek kadar
yükselecek sular;
yağlı takkelerini yüzdürecek kadar
çerçöple birlikte,
kavgayı kızıştıran ruhanilerin;
ve takma başı üstündeki
takma perçemini
biçare imparatorun.

elmas sertliğinde yağacak,
sabır inceliğinde...
ve yasaları eritecek yağmur,
töreleri - o yıkılmaz sanılan
kaleleri, kurumları falan...
yer gibi sağlam, gök gibi her yerde
diyerek şanını yücelttikleri
ama kanını emdikleri,
kökünü kemirdikleri
köhne devleti...

öyle bir yağmur ki...
allakbullak edecek piyasaları,
dinleri, sanatları, ülküleri;
maskaraların suratlarına sürdükleri
boyalı pudra gibi eritip akıtacak,
pudra şekeri gibi...
dilleri, üslupları, retorikleri.

ve siz ey, süslü seremonilerin,
sadakat gösterilerinin,
ödüllerin, nişanların altında
yamalı ciğerlerini,
tahta cambaz bacaklarını
gizlemeye çalışan
yeteneksiz saray şairleri!

o yağmur yağınca,
o büyük yağmur,
teranelerinize can katmak için
cıvıltılarına kulak kabarttığımız,
tahsisat-ı mestureden ödenekli
ilham perileriniz,
ilham fareleriniz
yuvalarından dışarı vuracak,
halkın yatağının, yastığının altından,
gardıroplarından fahişelerin,
akla gelen her kuburdan,
hatta ayak yollarından muhaliflerin;
hem de leşlerinin kuyrukları
sizin burunlarınıza
dolanmış olarak!

o yağmur yağınca,
o büyük yağmur,
kemerli, revaklı hayalhanelerinde
arp çalan, neşide söyleyen,
iskambil falı açan
ve tatlı ürpermeleri içinde
ölümlü ihsasların
aşk oyunlarıyla oyalanan
zarif ruhlarını çürütecek rutubet
ve rakik vicdanlarını
suskun entellektüellerin

ve yıkayacak o büyük yağmur,
silip temizleyecek
noktasına, virgülüne kadar,
halkın belleğine balçıkla sıvadıkları
bulanık satırlarını,
görece lekelerini şöhretimin;
o göçebe serazen güzeliyle yaşanan
küçük, masum macerayla ilgili...

bunları ben söylüyorum;
en uzak yıldızlara,
ziclere, atlaslara bakarak...
ben, El Harizmi'nin gözde tilmizi,
-öyle olduğu için de
Bağdat'a tutunamayan,
Roma'da anlaşılmayan,
ve Bizans'ta, elli yaşında
tam yıldızı parlayacakken
adı ikon kırıcıya
ve kart hovardaya çıkartılan-
ben, yıldızbilimci, şair
Harranlı Leon:

ben, matematikçi, mimar, ressam;
rum ateşinin mucidi;
hendesede hace-i hacegân;
yedi dilde konuşan,
üçünde yazan-bozan;
gizli ilimlerde,
bahusuz maraz-ı kalpte
ve inkisar-ı aşk ve muhabette uzman;
diline hâzik hekim,
eline mahir cerrah;
tarid-i cin ve sihir,
ilahiri ilahiri ilahir...

- Cahit Koytak -

Dor Faidwen...

5 Ekim 2010 Salı

Uzun bir süredir öksüz çocuk muamelesi gören Dor Faidwen için nihayet yeni bir yazı yazabildim. Söz konusu metin, J.R.R.Tolkien'in uzun yazınsal macerasının oğlu Christopher Tolkien'in emeğiyle su yüzüne çıkan en son parçası The Legend of Sigurd & Gudrún adlı kitap hakkında biraz olsun malumat vermeyi amaçlıyor.